8 Aralık 2010 Çarşamba

Kadın Değişkendir...Neden?

Sevgili takipçilerim, bugün size kadınların assolist gibi gezerken neden Sibel Tüzünlere gelip saçlarını kazıttıklarını, alayına isyan inadına piercing diye dolanırken, kırsal bir hevesle neden organik domates yetiştirdiklerini, ofsaytı enerji içeceği zannederken, içine takoz recep kaçmış gibi deplasman maçlarına neden gittiklerini anlatacağım...

1- Almadan Vermek Allah'a Mahsustur Beyler!...

Bir kadın canını düşüne takıp sevdiği adam için hayatını ertelemesinin tek bir sebebi vardır; "Takdir Görmek". Takdir; köpeğe ödül bisküvisi verir gibi kafasını okşamak değildir elbette.. Ufak bir hediye ile akşam eve mi gelirsin, hafta sonu sürpriz bir Roma tatili mi organize edersin, yoksa çok beğendiği botu alıp yatağına mı serersin, orası senin vicdanın, cüzdanın ve kaç romantik komedi izlediğine kalmış. Ama sen yapılan iyiliklerin birine bile şık bir kontratak yapmamış, yata yata manda gibi mabadını büyütmüşsen o kadından hayır bekleme artık. Yıllarca sabredip, Rock seviyosun diye herkeslerden önce tırnaklarını siyaha boyayan, Elazığlısın diye kuru dolma sarmayı öğrenen kadın, nasılsa yaptıklarım görünmüyor diye şalteri kapatarak yola koyulur.

Sen şimdi diyeceksin ki balım erkek kısmı; "Napalım yani, her dolma sarana hediye alıp, her jeste Roma Tatili'yle karşılık verirsek, faturaları evden erzak satarak öderiz. Öyle değil işte koçero, sen nasıl poh poh butonuyla çalışıyorsan, kadın kısmının da gazı güzel sözle alınır. Senden göremediği şevkati başkasında bulursa, işi gücü bırakıp o adamla organik domates yetiştirmeye sahil kasabasınada yerleşir, Queen dinlerken, bir anda rakı mezesi hazırlayıp Müzeyyen Senar da dinler. Bu, kadının karaktersiz olduğu anlamına değil, aksine hayatının merkezine şevkati koyduğu için, ne istediğini bildiği anlamına gelir.

Unutma, almadan vermek Allah'a mahsustur. Beklediği şevkati göremeyen kadın, civar illerde bir başkası ile organik domates yetiştirip toprağı mıncıklarken, siz baba yadigarı bahçenizde çimlerinizi tek başına biçmek durumunda kalırsınız.


2- Bir Kadın Takım Tutmaz Aslında!...

Bazı kadınlar görüyorum, alt komşumuz Ahmet abiden daha holigan kadınlar. Maçlara gidip, yenilgiyle kahrolup, gollerle heyecana kapılıp, UEFA eşleşmelerini asker yolu gözler gibi elleri yüreklerinde bekleyen kadınlar. Bakın o kadınların çoğuna, muhakkak yanlarında bir adam vardır. Onlar, o kadınların koca adaylarıdır.

Cumadan pazara evde sadece futbol konuşan erkek, maça gidemiyorsa, tuttuğu takıma göre; Kazan'da, Bağdat Caddesi'nde, Mezunlar Derneği'nde alkol tüketerek maçı seyreder. Bu homosapien aktivite erkeğin dna sında vardır. Ancak sevgilisinin yanında maçlara iştirak eden, her pozizyonda poposuna motor yağı sürülmüş gibi zıplayan, ileri holigan teknikleriyle takımını destekleyen kadın maçlara "genellikle" tek bir beklenti içinde gider...

Nedir bu beklenti? Aynı takımı destekler gibi göründüğü adamla kendi ilk 11' ini kurmak. Şimdi diyeceksiniz ki; yaa Ayşe sende herşeyi getirip evliliğe dayandırıyorsun, belki sosyolojik, parapsikolojik, metafizik bi sebebi vardır takım tutmanın.

Muhakkak ki vardır; bir topluluğa ait olma hissi, kendini rahat ifade etme alanı, meşguliyet ve deşarj olma imkanı, takım tutmanın olmazsa olmazıdır ama erkekler için. Kadınların çoğu bu sosyolojik açılıma teğet geçerek, sadece kendi takımlarının kaptanı forveti santroforu olma arzusu ile yanıp tutuşurlar, bunun içinde adamın hastalık derecesinde bağlı olduğu  futbol takımı kanalını kullanırlar. Çok basit bir matematikle, erkek hangi ilgi alanında çok vakit geçiriyorsa onu analiz edip, götün götün o alana yanaşır, hemen entegre olur ve ordan adama zehri verirler. (Bknz. Güzel Avrat Otu). Ama baktılar ki adamdan bir cacık olmayacak, 3 Turkcell Super Lig sezonu geçmiş daha aileyle bile tanışılmamış, yavaş yavaş önce adamın erkek arkadaşlarıyla toplaşıp rakı içme seanslarından ayaklarını çekerler, sonra adam heyecanla takımın deplasmanda kaç tane döşediğini anlatırken -hıhııı diye geçiştirirler, adam; - hadi bu hafta avrupa maçı var sende gel, dediğinde; "Maeehmet valla çok soğuk bugün hava, sen git izle yarın iş var hastalanmiyim şimdi pazar pazar"  diyerek, karşılanmayan beklentilerinin fişini yaşam destek ünitesinden çekerler. Bu da demektir ki, bir kadın takım tutmaz, adam tutar aslında...

Sonra o holigan kızları bir rugby maçında bağırıken, Çaykur Rizespor'a destek verirken, güreş müsabakasında heyecandan minder kenarında ağlarken görünce şaşırmayın, o kızlar sadece ekmeklerinin peşinden olan, yeni bir gelecek inşa etme arzusuyla yanıp tutuşan sporun ve sporcunun dostu güzel insanlardır...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Yazlık Hap Gibi Bilgiler...

Sıcaklarla kavrulan, duygulardan duygulara savrulan okuyucularım; bugün sizlere bir hikaye anlatmak ekran başında uzun uzun metinler okutmak yerine, kadınların yazlık yerlerde ne dedikleri ama aslında ne demek istedikleri hakkında ufak tüyolar vermeye karar verdim. Hekes mutlu Lerzan en Mutlu'nun bile ters açıya karşı koyamayan portakal poposuyla mütemadiyen sevgili değiştirdiği günümüzde, bu hap gibi bilgilerle sahil kenarlarında belki güler eğlenir, belki de yazdıklarımı karşı cinse sizin fikirlerinizmiş gibi anlatarak bir ten teması yakalar ve bana duacı olursunuz.

Kadın Ne Der Ne Demek İster...

1- "Aşkımmm beyaz şortuma yağ damlattaııım!": Bu mesaj; büyük çabalar sonucu yakaladığımız bronz tenimiz ve beyaz şortumuzla bizi ilk gördüğü anda yeterli tezahürat yapmayan sevgilimize,   "beyaz şortu giydim, içine de tanga geçirdim, gereken ilgiyi göster, yoksa tuvalete kalkıyo ayağına bütün kebapçıya Sevtap Parman gibi Popo Şov yaparım mealine gelen bir mesajdır, dikkate alınız...

2- "Haftasonu Arkadaşlarımla Yunan Adaları'na Gidicem Bitaneeeem"Uzun süreli bir ilişkisi olan kızımız yaz gelipte sevgilisine bu cümleyi sarfettiğinde alınması gereken mesaj;  "Bir yaz daha geçti ne yüzük var ne kına, bari kendimi vizesiz yaban ellere atayım da geçsin önümden Yunan Heykelleri salına salına", anlamına gelmektedir. Bu cümleyi duyan gariban beyler yağmasanızda gürleyin, en azından kızı; "Aşkım ben Eylül gibi söz yapalım diyorum" ne dersin gibi dolmalarla oyalayın ki, yazı Bodrum'dan Kos'a dürbünle bakarak geçirmeyin...

3- Yer Bodrum Maça Kızı'nın Şezlongları, Kadın da Şu Cümleyi Sarfediyorsa: "Hayatım, erkeği boş bırakmaya gelmez, boş bırakırsan Ahmet, Mehmet, Mustafa da olsa farketmez gider bir yelloza bulaşır..." Bu cümle şu anlama gelmektedir; saraylı ablamız annesini görmeye gittiği 3-4 günlük kısa sehayatlerde, o anda hücum bot gibi yanında güneşlenmekte olan kocası Mustafa'nın, Aksaray'dan Rus dostlarını eve konuk ettiğini anlamış ve toparlak kocasına uygun bir dille ilk uyarı atışını yapmaktadır. (Bir de bu sohbetlerde; "Ayol 4 gün şehir dışına çıktım bir de ne göreyim..." diye cümleye başlayanlara hep sormak isterim; "Canım sen şehir dışına çıktında gittiğin yer muhakkak başka bir şehre temas ediyordur, hiç olmadı bir kazaya bir ilçeye teğet geçiyordur, nedir bu şehirli insanım 4 günden fazla İstanbul'dan ayrılamam havaları, bak sen şehirden ayrılır ayrılmaz kocan yaba gibi elleriyle başkalarını mıncırıyor, uzaya gitsen ne olur...)

4- "Canım Dekoltem Biraz Fazla Mı!!!": Bu cümleyi kuran ablamızın göğüs dekoltesi muhakkak ki fazladır, hatta akciğer filmi çekilecek kıvamdadır, ancak sevgilisi ya da kocası o an dünya kupası finalinden kafasını kaldıramadığı için, dişisi anadan üryan gezse umursamayacaktır. Bu sebeple kızımız da dikkat çekmek için bu yola başvurur. Beyler, evden çıkmadan size verilen bu son şansı değerlendirin, köprüden önceki son çıkışı kaçırmayın ve size "dekoltem biraz fazla mı?" gibi bir cümle kuran partnerinize; "fazla da laf mı hiçbi şey giymeseydin" diye esip gürleyin, yalandan da olsa elinizdeki kumandayı filan yere fırlatın, Savaş Ay gibi suni gündem yaratın ki, gecenin sonunda; "Aşkım sen benim giydiklerimden hiç rahatsız olmuyosoon, demek ki beni kıskanmıyosoon, demek ki yeterince sahiplenmiyosoon" gibi permütasyon kombinasyonlarla darlanmayın.

5- "Çok Göbeğim Yok Di Mi?" : Bu soru zannediyorum insanlık tarihinde bir kadının bir erkeğe sorduğu en eski sorudur, her sorunun bir çok cevabı, her insanın da bir çok bakış açısı vardır, ama emin olun bu sorunun tek bir cevabı vardır; "Di!" Yok anlamına gelen ve sadece iki harften oluşan bu cevabı vermediğiniz takdirde, kadınlarınız tatil boyu beraber yediğiniz yemeklerde ya da mülteciler gibi saldırdığınız açık büfelerde size eşlik etmeyecek, siz yamyam gibi masadakileri götürürken, gözlerini belertip boş boş masaya bakacak, ağzını bıçak açmadan rokasını kemirecektir. Siz bütün iyi niyetinizle "Hayatım döner çok güzel bi tatsana" dediğinizde bu kontratak şansını kaçırmayarak; "Yok yok ben yemiyim, ne de olsa göbeğimden ayaklarımı göremiyorum, şimdi bu döneri yersem yarın denizde yanlışlıkla duba diye bana yüzerler, rezil olursun mazallah" diye engerek gibi usul usul sokacaktır sizi amannn!


Tuvalete giderken sinema bileti bile emanet edilemeyen, rakı kavun peynir bütün kadınlardan iyidir diyen dünyalar tatlısı erkekler; Bu yaz da tatilinizi huzurla geçirmek istiyorsanız bu sese kulak verin ve yukarıda saydığım hayat kurtaran cevapların en az üçünü yeri geldikçe sevgilinize söyleyin ki; dünyada sadece Türklere mahsus olan o zarif  stille denizin üstünde rahatça yatabilin...

Haydi iyi tatiller...

8 Haziran 2010 Salı

Tatminsiz Erkekler - Gerçek Kadınlar!

Rihanna İstanbul'a gelip Umbrella'yı (nam-ı diğer Şemsiye) söylediğinden beri yağan yağmur bana da ilham getirdi ve bugün sizlere, bir türlü tatmin olamayan adamlar ve bu duruma Tekel İşçileri gibi direnen kadınların hikayesini anlatmaya karar verdim.

Bir süredir kadın erkek ilişkilerinde gözlemlediğim son durum şu;
1-Facebook, twitter gibi vur kaç sitelerinde hesabı olmayana kız vermiyorlar
2- Bu sitelerin en az ikisinde hesabı olmayanı oyuna almıyorlar
3- Bu tip alanlardaki kız arzının fazla olması sebebiyle, erkekler hoşlandıkları bir kızın üzerinde en fazla 2,5 gün, 4 sms süresi kadar oyalanıyorlar.

Hem cinslerimin şevkat eksikliği, arz fazlası erkekleri fazlasıyla şımartmakla kalmayıp, tatminsiz umursamaz dengesiz testesteron topları haline getirmiş durumda. Bu nedenledir ki; tuvalete bile dizde laptop elde cep telefonuyla giren erkek kısmı, aynı anda 14 kıza aynı mesajı gönderiyor, kıvkıvlı civcivli bir Asmalı Mescit cumasını muhakkak garantiye alarak, adeta pazartesiye sevişmeden başlamam diye and içiyor.

Erkeklerin; zebra sürüsüne saldıran aslan gibi karşı cinse girişmesi kızlarımızı çaresiz bırakırken, tamamen "ilgi ve şevkat!!" eksikliğinden, kolaylıkla bir adamın 2. 3. partneri, hatta zaman zaman çok korunaklı bir marka da olabilen OK'e 4. yoldaşı olmayı kabul edebiliyorlar. Erkeklerin aymazlığı o durumdaki; yıllarca beraber olup ara verdikleri kıymetli eski sevgililerine bile, tekrar birlikte olmak istediklerini e-mail, blackberry messenger ya da taklacı güvercin aracılığıyla duyuruyor, bir dönem gözlerinin içine baktıkları sevdiceklerinin zinhar sesini bile duyarak sorumluluk almak istemiyorlar.

Kimi kız arkadaşlarım eski sevgililerine; -"ara ara görüşünce beklenti içine giriyorum, acaba bir daha görüşmesek mi" diye her puntosu blöf kokan bir mesaj çektiğinde, saniyesinde -"peki sen bilirsin" içerikli çok duygusal bir cevap alıyor adamdan ya da bir gece önce iltifata boğduğu kıza, ertesi gün esmer sevgilisiyle gece kulübünde yakalanan yalı çapkını, Yiğit Özgür'e karikatürü bıraktıracak bir mizah gücüyle; "pişti bilir misin?" diye sırıtıp, yüzsüzlükte limitin gök yüzü olduğunu gösterebiliyor.

Bu sıcak gündem sebebiyle buralardan çekip gitme arzusuyla yanıp tutuşan yazarınızın imdadına, evliliğe ve aşka inanmasını sağlayan kuzeni ve onun kadir şinas kocası yetişiyor. "Hadi Ayşe hafta sonu Ebru, kocası, sen ben ve Gökhan Antalya'ya gidiyoruz, hem sana değişklik olur, hem de iki hamile kadına arkadaşlık edersin" diyorlar. (Bu konuya ayrı bir parantez açmak isterim; kuzenim ve en yakın arkadaşı Ebru eş zamanlı hamile kalan siyam arkadaşlara en güzel örnektir. Hayatım boyunca anlamadığım bir şey varsa o da yakın kız arkadaşların coşkulu çığlıklarla birbirine; "Ayyy Ebruuu aynı anda hamile kalıp aynı anda doğuralımmm mıı" diye teklifte bulunup, sonra da bu dahiyane fikri alkışlarla kutlamasıdır. Yani Eurovision'da düet yapmıyoruz, çocuk yapıyoruz, bizim senkronize bir biçimde hamile kalmamızın kime ne gibi bir faydası olacak. Siz hiç iki erkeğin; "Gökhan abi bu gece hanımları eş zamanlı bafiliyoruz tamam mı" diye sözleştiklerini duydunuz mu? Duyamazsınız çünkü çok saçma. Onlar en fazla iki rusla kollektif bir ekip çalışmasına girerler.) Neyse uzatmayalım, ben ilişkilere olan inancımı tazelemek için bu rüya çiftlerle tatile gittim. Gittim de Antalya'da hava gölgede 60 derece, kızlar hamile dokanır diye Derya Baykal gibi klimayı da vurduramıyorum, sahabeler gibi bütün gün pareomla gölgede oturup, sabırla hafta sonu hac ziyaretimin bitmesini bekliyorum.

Biz hafta sonumuzu Mekke ateşiyle geçiririken, eniştelerimin Anadolu Ateşi cevvalliğinde otelin bütün aktivitelerinin içinden geçmeleri acayip canımı sıkıyor. Gökhan ve Serkan, gençlik kampına gelmiş ergen heyecanıyla havuz oyunlarına, 12 yaş kategorisi için düzenlenen dart turnuvalarına katılıp, akşam yemeklerinde yaba gibi elleriyle su topunda caaanım turistlerimizin suratlarına patlattıkları smaçlarla övünüp, arada da gözleme yemeye koşarak, özerkliğini ilan eden tatillerine devam ediyorlardı. Ben; hamilelikle ruhsal geçiş hızları  katmerlenen anne adaylarımızın bu duruma ne zaman gen soru vereceğini düşünürken, gece 12  gibi bir anda odamın kapısı yumruklanmaya başladı. Kapıyı bir açtım, kuzenimle, Ebru gözlerini Sedat Bucak gibi açmış bana bakıyorlar. Hayırdır diyemeden, "Ayşee! Gökhanla, Serkan hala odaya gelmedi, tellerini de açmıyorlar nerde bunlar diye bana hesap sordular. Bende sanki biliyorda saklıyormuş gibi hık mık yaptıktan sonra; "boşverin yaa gelirler şimdi langırt oynuyorlardır" diyecek oldum, kuzenim "başlarım onların langırtına" diye hızla koridorda yürümeye başladı, daha ben dur etme tutma diyemeden, arkasından hamile olmasına rağmen şaşılacak bir hızla Ebru depar attı.

Biz; 2 tam, 1  öğrenci geceliklerle merdivenlerden koşarken bir de ne görelim; Ebru'nun kocası büyük enişte Serkan bahçede bir rusla salıncakta sallanmasın mı? Kuzenim eli karnında tedirgin bakışlarla etrafı tararken, kadraja yine vizesiz bir ülkenin güzeliyle hicretten dönen kumlu ayaklı Gökhanım girmesin mi? "Allaaaah tutmayın küçük enişteyi" dememe kalmadı, Ebru, "Serkaaaaan! Allah cezanı versin Serkann!, ben 2 saattir yukarda ayaklarıma masaj yapıcaksın diye Aloa Veramla bekliyim sen elin kadınlarıyla lunapark fantazisi yap!" diye şarladır. Bu talihsiz tesadüfün şokunu üzerinden atamayan Serkan, kireç gibi suratıyla Ebru'nun yanına fırlayarak "Aşkım vallahi kız hayatında hiç salıncağa binmemiş ben de nasıl sallanılır onu gösteriyodum yemin ederim diye cılız bir çabaya girişecek oldu... Kuzenim bu saçmalığı daha fazla dinleyemeyerek küçük enişteme; "Ahh Gökhaaan! Ah Gökhaaan! sen de gece gece eşşek kadar kıza yürümeyi mi öğretiyodun, yoksa deniz kenarında tay tay mı yaptırıyodun hııı" diye şarladı. Richter ölçeği ile 8.4 şiddetinde gümbürtü çıkaran bu çemkirmenin üzerine Gökhan, kuzenime yalvaran bakışlarla yaklaşarak;"Bitanem annemin üzerine yemin ederim ki kız odasını bulamamış ben de gösteriyodum" dedikten sonra, ben bile Gökhan'ın 0-6 yaş grubundaki çocukları kıskandıracak, zeka dolu açıklamasına kuzenimin nasıl bi reaksiyon vereceğini merak etmeye başladım. Gebe yüreği en az biricik arkadaşı kadar yanan kuzenim önce derin bir nefes aldı, sonra hamilelere has o tanıdık stille karnını ve belini  tutarak sakince; "Tamam Gökhancım tamam hiçbir şey demiyorum sana; ben bu üzüntü ve stresle erken doğum yaparım, çocuğumuz gelişemez, sen de bellboylukla meşgul olduğun için bebeğimize yürümeyi tek başıma öğretirim" dedi ve Ebru'ya yaptığı bir baş hareketiyle alfa dog gibi beraberce merdivenleri çıkmaya başladılar.

Arkalarında bıraktıkları enkaz kocaları, ters köşe olmanın verdiği şaşkınlıkla bir süre etrafa yavru köpek bakışları fırlattıktan sonra, pişmanlık yasasından yararlanmak için asil eşlerinin peşlerinden koşmaya başladılar. 2 pasif ergen eniştenin ve iki güçlü anne adayının arkasından bakarken; "Vay bee dedim işte gerçek kadınlar; gelen pası önce havaya dikip yükselttiler, sonra göğüslerinde yumuşatıp ajite ettiler, şimdide bu kozu yıllarca kullanabilmek için dırdır etmeden sakinleştiler." Bu şık hat trickle, zavallı Gökhan ve Serkan'ın ömür boyu başka bir ırka saat bile soramayacağına emindim artık...

 

2 Mart 2010 Salı

Erkekler, Yalanlar ve Mango!...

Sevgili gönül dostları, bugün köşemde ele alacağım konu; Yalan!!! (Konuyu görünce özellikle erkeklere bir titreme geldi değil mi??) Önce ufak bir tanımla erkeklerin o melun ve kronik hastalığı olan "Yalan"ı hatırlayalım sonra da türlerine göre maddelere ayıralım.

"Yalan", çoğu zaman hayat kurtaran, yakalandığında ise tatsız sonuçlar doğuran, yer kabuğu soğuduğundan beri insanlığın lugatında olan bir organizmadır. Bu organizma zaman zaman "Otrivin Burun Spreyi" işlevi görerek tıkalı olan ilişkilerin nefesini açarken, bazen de ilişkinin sonunu getirebilir. Yalanla gerçek arasında öyle ince bir çizgi vardır ki çoğu zaman bilmek istediğiniz şeylerle bilmek istemediğiniz şeyler birbirine karışır ve acaba doğrusunu öğrenmesem daha mı iyiydi, şimdi bütün huzurum kaçtı bile der insanoğlu. Ama ben bu yazımı;  iflah olmaz bir şekilde gerçeklerin peşinden koşan, erkeğinin yalanını ortaya çıkarmak için "CSI Miami" taktikleriyle ipucu çözen, yakaladığında o yalanı en az 45 yıl adamın başına kakan, sevgi dolu, paranoyak, sevilesi kahve çay ikram edilesi Türk Kadınları'na armağan ediyorum.

Şu hayatta en çok erkeklerin ağzından duyduğumuz, çağımızın ince hastalığı olan "Yalan", ünlü türk dervişi Derya Tuna'nın da dediği gibi, tıpkı çapkınlığın İbrahim Bey'e çok yakıştığı gibi, en çok erkek kısmına yakışmaktadır. Tabi o yalanlar yakalanınca, erkeklerin o çok yakışan ağızlarına itinayla sı.ç.lır ya neyse. Dilerseniz bu yalanları madde madde inceleyelim.

1- Beyaz Yalan; "Nam- Diğer Çabucak Geçiştirme"

Erkekler bu tip yalanları en çok gündelik hayatta kullanırlar, bu tip beyaz yalanlar için kafalarını yormadan varoluşlarından itibaren kazandıkları üstün Alman geçiştirme kabiliyetleriyle gün içerisinde hayatlarını kurtarırlar. Mesela iş seyahatiniz yüzünden 1 haftadır ayrı kaldığınız, sizi havaalanına kadar karşılamaya gelen sevgilinize; "Eveeeet Maeehmmet beni özlemiş misin bakalım", diye sorduğunuzda "Çooook" diye cevabı yapıştıracaktır. Halbuki Maaeehmet o anda kendisine E-5 ten mi gitsek sahilden mi, 45 dakkada evde olsak maçın ikinci yarısına yetişir miyiz gibi sorular sorarken, trafikte önüne kıran arabaya da tatlı tatlı küfretmektedir. Bu yüzden Mehmet'in bu duygu yoğunluğu arasında verdiği "Çoook" cevabının kıymetini biliniz ve cevaptan tatmin olmayarak yol boyunca kafanızı pencereye çevirerek trip atmayınız Ey Kadınlar!

2- Turuncu Yalanlar; "Asla Sevgiliye İletilmeyen Komplimanlar"

Bu tip turuncu yalanlar erkeklerin genellikle oynak iş arkadaşlarına, Facebook/MSN gibi sohbet flört sitelerinde sizden gizli yazıştıkları eski dostlarına ya da mecburen dost kaldıkları kadınlara söyledikleri yalanlar olup sizin bu tip yalanlarla karşılaşma ihtimaliniz, İnsan Kaynakları Danışmanınızın iş yerinizdeki probleminizi çözme ihtimali kadar azdır, yani imkansızdır! Ama erkeğinizin bu Washington Portakal tadındaki yalanları başka kadınlara söylediğine şahit olursunuz. Örneğin, sevdiceğinizle ortak bir arkadaşınızın düğününe gitmeden haftalar evvel, ne giyeceğim ne takacağım nasıl kilo vereceğim derdine düşen sizler, kuaförünüzün kafanıza kuşu da kondurulmasıyla davete hazır olurken, içi dışı bir erkeğiniz sizi arabayla alır ve suratınıza bir kot bir t.shirt giymişsiniz gibi mal mal bakarak yola devam eder. Ama davetin yapıldığı odaya girdiğinizde aynı masaya denk geldiğiniz Kibariye'den hallice hemcinslerinize komplimanları ardı ardına patlatır: "Ne kadar hoşsun bu gece Özgecim, Aaaa şu şıklığa bakar mısınız kiloda mı verdin sen Tuğçecim!!!"

Maşallah hassas tartı gibi kadınları tartarak iltifat eden bu adama, içinizden boyun devrilsin diye çemkirerek peçetenizi önünüze alıp kös kös oturmaktan başka çareniz yoktur. (Aslında vardır; şu an ben, çoğu zaman bu durumu kabullenerek yutan oturan kadınlar mutlu olsun diye yalan söyledim ama çareniz var tabi her zaman bir hal çare vardır. Misal beni ele alalım; kendimi özel hissetmediğim, sevgilimin bana değilde başkalarına iltifatta sınır tanımadığı zamanlarda en sevdiğim şey tuvalete gidiyor gibi yapıp oradan fıymak, koşarak kaçmaktır. Aaa nedir yani ben hariç herkese beğenilerini dile getiren adam için  hayat boyu şöför mahalinin yanında oturamam. Görevimi tamamlayıp, Semra Özal ve Papatyalar gibi Türk Kadınına mesajımı da verdikten sonra diğer bir kategoriye geçebilirim.

3- Yakalanan Yalanlar; İnkar Denen O Tatlı His!

Yalanın ironisi yakalanmamasında yatar, yakalandığı noktadan sonra artık o yalan değil acı gerçektir. Yalanı yakalama ve yüze vurma anı, erkeklerin şaşkın halleri, pıtır pıtır ter dökmeleri ve suçluluk duygusuyla dana gibi bağırmaları için bile uzatalabilir. Mesela bir kız arkadaşım, bu akşam 21.00 uçağıyla Ankara'ya gidiyorum diyen sevgilisini 22..00 de aradığında, adam kıza söylediği yalanı unutup armut gibi telefonu açmış. Bunun üzerine arkadaşım; "Uçaktaysan neden telefonun açık?" diye sorarak, adamı yaratıcılığıyla başbaşa bırakmış. Ve cevap takdire şayan; "Bitanem THY en cesur uçak yolcusunu seçiyormuş bugünkü uçuşlarında, kazanana da 10 bin mil veriyormuş, ben de dedim ki ben bu telefonu açarak konuşa konuşa Ankara'ya giderim arkadaşşş, Aşkım Allahtan aradında 10 bin mil kazandık çok şükürr, şimdi kapatıyorum çünkü kokpitten beni tebriğe geldiler!!!" Yuhhh hakkaten bir de sizi de ortak etti yalanına. Ama sınırları zorlayan uğraşılmış kaybetme korkusuyla söylenmiş bir yalan afferim; Yersen Lüpen.

4- Komplike Yalanlar; Şizofreni Başlangıcı!

Bu tip yalanların tahrip gücü yüksek olmakla birlikte duyulduğu görüldüğü yerlerde koşarak uzaklaşılmalıdır. Bunlar, sevgiliniz eski sevgilisiyle mesajlaşırken pat diye "mesaj kimden hayatım" dediğinizde, hııı! diyip zaman kazandıktan sonra, rahat ve geniş bir ifadeyle "kuzenim yaa pazar aile yemeği var mı onu soruyo!" demesine benzemez. Yine de Haiti Depremi kadar yıkıcı bu kategorideki yalanlarda gülümsenecek bir yan bulunur her zaman.  Benim en yakın arkadaşlarımdan birinin başına gelen gerçek bir olayla bu yalan meselesine noktayı koymak istiyorum.

Arkadaşım 2 yıldır birlikte olduğu sevgilisiyle çok mutluydu, adamın "Erken uyuyorum aşkım akşam 9.00 dan sonra arama" demesi bile onu şüphelendirmiyor, Facebook'a ayaklarının resmini koyup albüm yapan sevgililer kadar neşeli, hayat dolu bir ilişki yaşıyorlardı. Bir gün beni aradı ve "Ayşe bu adam beni galiba aldatıyo" dedi. Bu tip konulara asla kayıtsız kalamayan bünyem hemen; "Emin misin? Neyinden şüphelendin? Bak emin diilsen huzurunuz bozulmasın." diye aklıma gelen bütün hoşgörülü açılımları sundum. (Zaten kadın kısmı böyledir konu arkadaşıysa dünyanın en mantıklı en aklı başında fikirlerini üretir, kendisi şüpheye mahal veren en ufak bir detay yakaladığında; misal sevgilisi telefonunu 8. çalışta açtığında "Bana bak, sen beni aldatıyo musun? Zaten günlerdir fısır fısır telefonda konuşmalar, mesajlarıma maillerime geç dönmeler senin saçını yırtarım!" diye o vakur duruşu elden bırakıp adamın üstüne Bengal Kaplanı gibi atlar.)

Neyse konumuza dönelim, ben ve arkadaşım bir ipucu bulmak için atladık arabaya adamın oturduğu eve gittik. Apartmandan içeri girdiğimizde kapıyı her apartmanın maaşlı çalışanı meraklı ve yaşlı bir teyze açtı ve başladı sormaya? "Neye baktınız? Kime baktınız? Kime geldiniz? Ne istediniz?" Ben de üstün Alman "Uydurma" kabiliyetimle dedim ki; (dikkat edin erkek doğru olmayan birşey söylerse Yalan!!!, kadın söylerse "Uydurma" dır. Neden çünkü "Uydurmak" daha naif, daha nonnik, daha tatlı daha zararsızdır); "Teyzecim biz Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü'nden geliyoruz bu apartmanda kaç kişi oturuyor kaç yaşındalar gelecek nüfus sayımı için bir anket yapıyoruz" dedim. Bunu duyan Teyze, devletin yükünü hafifletecek olmanın verdiği o yüce duygu ile başladı şakımaya. "Şu katta şunlar bu katta bunlar, 2. katta karı koca iki öğretmen oturur, Adapazarlılar gelenleri gidenleri çok olmaz." Teyze isim ve yaş sınırlamasına takılmadan, apartman sakinlerinin sosyal statulerinin de altını çiziyordu. Ve geldi 3. kata; "3. katta Hakan Bey ve eşi bir de minik kızları Ela oturuyor, çocuk da 4 yaşında dünya güzeli!!!" dediğinde arkadaşıma döndüm ve onun kül gibi yüzünü gördüm. Teyzeye çabucak teşekkür ederek arabaya bindik ve hızla adamın iş yerinin önüne geldik. Napıcağımızı da tam kestiremiyoruz. Yüzüne mi vursak, karısına mı söylesek, yoksa en iyisi hiç görüşmesek mi bilemiyoruz. Ben ufaktan şaşkınlığımı üzerimden atarak küfür etmeye başlamıştım ki arkadaşım daha fazla dayanamayıp pislik herifi aradı, sinir içinde aşağı yukarı yürürken bir ara; "Koskoca 2 yıl boyunca bana bir tane bile hediye almadıııın pinti herifff! demek ki masrafın çokmuş" diye bağırdığını duydum. Sonra travmatik anlarda bile kadınların nelere takıldığını düşünüp gülmeye başladım.

Bu kabus olayın üzerinden 1 hafta geçti geçmedi arkadaşıma destek ziyaretleri yaptığım bir sırada kapı çaldı ve bir paket geldi, paketin üzerinde de bir kart  "geç kalmış bir hediye..." yazılı. Hemen anladık tabi hediyenin Hakan görünümlü Kaya Çilingiroğlu'ndan geldiğini. Bizimki paketi açmadan çöpe atıcaktı ki durdurdum. Atma yaa dedim aç şunu, bak bakalım ne almış. Sen bu hediyeleri hakettin, beğenmezsen de gider değiştiririz. Arkadaşım önce bu teklifimi saçma buldu ama yarım saat sonra kendimizi City's Alışveriş Merkezi'ndeki Mango'ya girerken bulduk. Mağdure kız kardeşim 3 parça hediyeyi kasaya uzattı ve "bunları başka bir şeyle değiştirmek istiyorum" dedi. Satıcı kızın verdiği cevap erkek cinsini tekrar sorgulamamıza sebep oldu:
"Hanımefendi bu ürünleri değiştiremezsiniz çünkü Mango Outlet Mağazamızın Defolu Ürünler Reyonundan alınmış" dedi!!! Arkadaşım 2 yıllık ilişkisi gibi defolu olan kıyafetlere bakarak bi anda delirdi ve;
"Allah belanı versin Hakaaan evli olman yetmedi, bi de beni Outlet hediyelerinle rezil ettin, hem de Mango yaaaa" diyerek Mango'dan da Hakan'dan da koşarak uzaklaştı...