13 Aralık 2012 Perşembe

Ev Ararken Emlakçı Ne Der Ne Demek İster

Hayatta herkesin başına gelebilecek bir maceradır kiralık ev aramak, bu macera Indiana Jones ruhlu emlakçılarla daha da eğlenceli olur. Artık yılı da katarsak tam 8 ay ev aramış bir insan olarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki; Mavrası en bol meslek Emlakçılıktır.

Şimdi gelelim bu süreçte tatlı bir masal gibi dinlediğim emlakçı gazozlarına;

Bir önceki kiracı ev satın aldı diye çıktı: Demiyor ki; banyo, tuvalet foseptik gibi kokuyor, üst komşunun ikizleri sabaha kadar susmuyor, akşam 7 den sonra kombi yanmıyor, sallıyor da sallıyor. Bir önceki kiracı 50 TL. yi geçmez denen aidata her ay 450 TL. ödemiş, arkasına bakmadan kaçmış, onu hiç demiyor.

Çatı Dubleks: Türkçesi, göt içi kadar evi sana amerikan rüyasi gibi pazarlıyorum. Bu ferah evlerin salonuna yan yana üç kişi sığamazsınız, yağmur yağdımı çatı akar, ahşap parke kabarır, merdiven altına kovaları koyar Neşeli Günler'i çevirirsiniz harika çatı dubleksinizde.

Kot Farkı Var: Arkası Maslak Oto Sanayiye, ön tarafı yoldan geçenlerin ayakkabılarına bakan, asansöre binince -2 ye basılan evlerde kot farkı vardır. Emlakçı, arka tarafın manzarası şahanedir, evin yapıldığı alan eğimli olduğu için ön tarafta kot farkı var dese de inanmayın, o kot kafalı laz müteahhit farkıdır sadece.

Batı Cephesi Güneş Alıyor: Yani diyor ki; güneş ağzının içine doğuyor, hüzme hüzme ışık doluyor eve, stor da yaptırsan, perde de taktırsan nafile. Akşama kadar batı cephesinden aldığın ışıkla Güneş Tanrısı Ra gibi dolaşırsın evde, gündüz uykularını da kapalı havaları bekleyerek tatlı tesadüflere bırakırsın.

Ters Dubleks: İşte en sevdiğim tanım. Ben emlakçının ters dubleks dediği eve bir girdim, harigaa, adeta Yedikule zindanları. Zeminin altındaki 3 oda zifiri karanlık, rahatlıkla deniz altı parkedilebilir. Emlakçıya; "aşağıdaki odalar çok karanlık" dediğimde, "isterseniz bu odaları çok effektif" kullanabilirsiniz dedi. Nasıl bir effektiflik acaba; fotoğraf mı tabedicem, biber mi kurutucam orda hiç anlamadım.

Kent Manzaralı Ev: Mutfak penceresinden bakınca karşı apartmandaki adamın koltuk altını görmek demek kent manzarası, daracık sokaklarda ecik bücük evler demek. Batı cephesi Tem Otoyolundaki tırlara, doğu cephesi zili diling çiling diye çalan bir okulun bahçesine bakıyor demek, gürültüden akşama kadar huzur yok, Lustrala başlayın demek.

Leb-i Derya: Leb-i derya diye gezdiğim evde, balkondan belime kadar sarkıp, sola kıvrılınca denizi rahatlıkla görebiliyordum. Sadece düşmeden sarkmam, dengemi kaybetmeden bakmam yeterliydi. Emlakçıya, ben bu şahane evi hakedicek naaptım diye ağlarken,  neb-i derya neb-i su birikintisi görebildiğim o muhteşem evden koşarak uzaklaştım.

Evi Çok İsteyen Var Kapora Bırakırsanız: Emlakçı bu cümleyi kurduğunda kendimi tutamayarak; "at yalanı s...eviym inanı" demişim. Çünkü bir emlakçı evin çok talibi var dediğinde bilin ki o eve 6 aydır müşteri gelmemiş, iki kere fiyatı düşmüş, son şansları sizsiniz. Ama emlakçının yüzünde öyle bir ifade var ki; sanki Donald Trump'ın rezidansını kiralıyor, 10 dakka içinde tutuyorum demezseniz diğer 3 kiracı arasında evi açık arttırmayla satacak. Hemen hızlı adımlarla uzayın ordan hemen.

Ben tabi ki bu arkadaşların gösterdiği evlerin hiçbirini tutmayıp, heybemde güzel anılarla ayrıldım emlak ofislerinden. Ve bildiğim tanıdığım bir arkadaşımın sahibinden kiralık evine yerleştim, Almanya'dan oğlu gelene kadar...


   

 

5 Aralık 2012 Çarşamba

-Düğün Günü- 

Düğün sabahı kuaförün 45 dakika geç gelmesiyle her şey domino taşları gibi yerinden oynadı ve yaratıcılıkta sınır tanımayan gelin-damat fotoğraflarını çektirmeye vaktimiz kalmadı. Çok üzgündüm, fotoşopla damadın beni kemençe gibi çaldığı bir düğün fotoğrafım olamayacaktı. Buna da dayanırız diyerek yola devam ettik. Gündüz nikah, akşam düğünümüz olacaktı ve maraton başladı. 

Hazırdık; 2000 kişiyi öpmeye, yanaklarımızı yırtan bir gülümsemeyle insanları selamlamaya, topuklarımız zonklayana kadar ayakta durmaya hazırdık. Mecburduk; herkesle tek tek fotoğraf çektirmeye, 20 yıldır görmediğimiz amcamızın gelinini hatırlıyor gibi yapmaya, ayıp olmasın diye altın kesesine bakış bile atmamaya mecburduk. Nikah merasimi bittiğinde ikimizde ilk devreyi  tamamlamış olmanın mutluluğuyla otelin yolunu tuttuk. Hala şaşkındım, bir elimde bundan sonra bütün hesapları ordan ödeyeceğim aile cüzdanım :), diğer elimde rahatlıkla dumble olarak da kullanabileceğim 5 kiloluk gelin buketimle düşünüyordum, evlilik insanın geri kalan hayatının ilk günü müdür, yoksa güzel bir ilişkiyi taçlandıran bir nokta mıdır? Ben kafamdaki sorularla Carry Bradshaw triplerinde yola bakarken, arabanın camına Şıpakk! diye bir çocuk yapıştı, yapıştı diyorum çünkü gerçekten de sinek gibi bızzt dızzt diye sesler çıkararak kaşıyla gözüyle bize bahşiş atın demeye çalışıyordu. Çocuk arabaya öyle bir tutunmuştu ki, bahşişi vermesek bizimle balayına kadar gelecekti. O badireyi de atlattıktan sonra düğünün yapılacağı otele geldik. 

Odada biraz dinlendikten sonra bir kaç kadeh bişey içip balo salonuna giriş yaptık. Giriş yaptık dediysem ikimizin elinde birer mikrofon, ayrı ayrı kapılardan şarkı söyleyerek salona girdik. Ben, adeta "O Ses Türkiye" benmişim gibi rahat tavırlarla şarkıyı söylerken, eşim heyecandan dizlerini bile kırmadan şarkıyı bitirmişti. Biricik arkadaşlarımızın alkış ve tezahüratlarıyla ilk dansımızı da tamamlayıp, tekrar davetlileri öpme ve fotoğraf merasiminden sonra kendimizi piste attık, ama ne atmak. Düğünde çekilen görüntülerin dvdsi gelince ne kadar oynadığımı anladım. Bir insan 4 dvd boyunca tuvalete bile gitmeden oynar mı? A diyolar A dan oynuyorum, B diyolar B den oynuyorum, adımı unutmuşum, saçım dağılmış, duvağım kayıp ama ellerim hep havada, hep bir sonraki şarkıyı bekliyorum. Damatsa düğünün yarısında yok, yokluğunu farketmiyceğimi düşünerek, ki dvd de farkettim gerçekten, ya sigara içmeye çıkmış, ya da arkadaşlarıyla sohbet etmiş, baya cool bi davet geçirmiş yani. Ama düğün gecesi gelinlere bişey oluyor, kafa yanıyor, kayış kopuyor, yarın yokmuş gibi, bundan sonra kötürüm kalacakmış gibi dans ediyorlar. Ben sabah 3 e kadar pistteydim, damatlı ve damatsız. Dvdyi izleyince utandım kendimden, lastik top gibi zıplamışım bütün gece.

Artık emin olduğum birşey var, düğün sadece kızlar için yapılıyor, onlar süslensin, elbiselerini göstersin, kurtlarını döksün diye. Siz hiç bir erkekten şöyle bir şey duydunuz mu; "Düğünde Arif'le pişti olduk yaa!" duyamazsınız, zaten smokinleriyle hepsi penguen ailesi gibiler. Ama kızlar bu korkuyla geçirir düğünlerin ilk yarım saatini, acaba elbise mi başka kim giydi diye ürkek bi güvercin gibi etrafı süzer. Bir de olmazsa olmaz damat halayı vardır. Her halay gibi damat halayının da en güzeli senkronize olanıdır ama yanına fazla heyecanlı biri düşmeye görsün, halayın sonuna kadar omzunla götün aynı hizada dans edemezsin.  


Düğün gecesi o kadar eğlenmiştik ki, sabaha kadar devam etse bi 50 kişi rahat kahvaltıya kadar pistteydik. İyi ki hayatımızda böyle güzel insanlar var dedik bütün gece iyi ki...

Ve düğüne ilişkin son sözler;

1- Damadın sırtını yumruklama fikrini ilk kim buldu ve bu fikir neden hiç bozulmadan günümüze kadar geldi?
2- Düğün videomuzu çift kamera ile çektiğini iddia eden sevgili kameraman; çift kamera kullanmana rağmen neden bütün gece beni antrikotmuşum gibi sadece sırtımdan çektin?
3- Kansere çare bulan bilim insanları neden düğün gecesi masa masa gezip davetlileri öpmeye bir çare bulamadı?

Mutluluğumuzu paylaştığınız için hepinize çok teşekkür ederiz.

Sevgiler...