24 Aralık 2011 Cumartesi

Çiftler sosyalleşirken çimenler ezilir...

Hayatımda çok çalışıp aşka az kafa yorduğum, ilişkilerle ilgili analizler yapamadan akşam 10 da ağzımdan salya akarak uyuduğum bi dönemdeyim. Ama huzurluyum, mutluyum çok şükür. Sadece uzun zamandır aklımı kurcalayan bi konuda yeni yazma fırsatı bulabildim ve sizleri neden bundan mahrum bırakayım dedim. Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi, size bugün sosyalleşmeye çalıştıkça derbeder olan çiftlerden bahsedicem.

Bir ilişkinin kuluçka evresinde kimseye ihtiyacınız yoktur; onu bol bol düşünüp, yumurta gibi kıçınızın altında ısıtıp, kendinizi yükseltip, şarkılar dinleyip, mutlu mesut yaşarsınız. Sonra aaa bi bakmışsınız kendinizden tahriklenip adama iyice aşık olmuşsunuz.

Sonra ikinci evreye geçilir; öyle iyi anlaşıyoruzkiler, dünyada sadece ikimiz kalsak sıkılmayızlar, biz mutluyuz ya bizden sonra tufan demeler falan filan...Böylece yaşanan ilüzyonun etrafına yavaş yavaş koza örülmeye başlar.

Ardından 3. evre gelir; elele sokağa takdim, en yakın arkadaşlarla tanıştırmalar, onunkilerle tanışmalar...Ay nasıl heyecanlanır insan, nolur onu çok sevsin bizimkiler, nolur çok güzel sohbet etsinler, birbirlerini çok sevsinler, hatta bizim apartmanda hep beraber yaşayalım. Bir de karşı tarafın arkadaşları vardır tabi, onun içinde çeşitli dilekler sıralanır; nolur arkadaşları kekomançi tipler olmasın, gerzek espriler yapmasın (ki bu mümkün değildir), ağzıyla içsin, eli yüzü düzgün olsun ki bizim bekar kızlara refere edilebilsin....bu liste böyle uzar gider.

Ama bu dileklerin çoğu maalesef tutmaz. Hele şu zamanda, sosyalleşirken bir akşamı kazasız belasız atlatan çiftler hemen evlenndirme dairesine koşmalıdır bence. Çünkü gerçekten birlikte sosyalleşebilmek bir san'art'tır.

Bunu zorlaştıran şey elbette egolarımızdır. Özellikle bir erkeği bir yere gitmeye ikna etmek çok zordur, gerçekten sabır ister, ama Derya Tuna'nın da dediği gibi; "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer."
Sevgilisiyle bir yere giderken mücbir sebepleri bile hesap eder insanoğlu; "Barbaros Bulvarı'ndan gidersek heyelan olur mu, Beşiktaş trafiğine girmeyip vapurla mı geçsek, o zamanda yolda çok üşür kakası gelirse erken kalkalım der mi, ordaki insanları sever mi, sevipte sessiz mi kalır, çok sevip hiç mi susmaz, yemekleri beğenir mi, yoksa aç kaldım burda diye dırtlanır mı, manzaraya arkası dönük oturursa daralır mı filan filan...

Bir cuma gecesi atomu parçalamaya değil, Beyoğlu'na rakı içmeye gittiğiniz sevgilinizle ibb trafiğe bakmadan, ruh halini tartmadan, stresini öngörmeden lütfen yola çıkmayın. Çıkarsanız da 6 yaşında çocuğun bile gülmiyceği esprilerine Ahahahah diye görkemli kahkahalarla katılın ki kendini çok komik sanıp rahatlasın ya da hava güzel yarın sen motorla gez istersen diyerek özgürlük alanlarını vurgulayın ki; o da kendini yollarda yalnız bir ruh, bir hayalet süvari sansın ve "tabi yaa benim bambaşka bir hayatım var sadece bir çift olmaktan ibaret değilim bu hayatta desin. Ama en güzeli şudur; diyelim arkadaşlarınızla bir yemek yiyip, topluca sosyalleşmeyi, zevzek esprilere, iddialaşmalara prim vermeden sohbet etmeyi başararak evinize döndünüz, döndükten 2 saat sonra; "Ay Özge'yle kocası mesaj attı şimdi, sana baağğyılmışlaar, illa birlikte bayram tatili yapalım diyolar" diye hiç olmayan bir mesaj üzerine şizofrenik planlar yapın ki; olası bir tatili aylar önceden garantileyin.

Ha derseniz ki; bu ne kardeşim yalan dolan Muhteşem Yüzyıl entrikalarıyla bi adamı evden çıkarıcağıma hiç çıkmam daha iyi! Çıkma o zaman, otur canım benim, Beyaz Show'u izle, Latif Doğan'ı izle, Bugün Ne Giysem'i izle sana aktivite mi yok, hem de trafikte bi araba daha eksilmiş olur.